Bayülgen, "Metamorfoz"un gerçek yaşamdan esinlenen bir propaganda dizisi olduğunu ve Osman Kavala'yı suçlu göstermenin amaçlandığını önceden bilmiyor muydu?
"Metamorfoz" dizisi, AİHM kararına rağmen altı yıldır cezaevinde tutulan Osman Kavala'yı hedef alan, onu casus gibi gösteren, hakkında hüküm veren, komplo teorileriyle örülmüş bir dizi. 7 Mayıs'ta, tam da seçim öncesinde TRT'nin dijital platformunda yayımlanmaya başlanması, amacını da işaret ediyordu.
Hâl böyleyken Okan Bayülgen, dizinin Kavala'ya benzetilen başrol oyuncusu Can
Nergis'i, 13 Haziran'da TV100'deki "Uykusuzlar Kulübü" programına konuk etti. Gerçi o günlerde henüz dizi bu kadar tartışılmıyordu; Kavala da henüz bir açıklama yapmamıştı diziyle ilgili.
Her zaman konuklarını didikleyen, sözünü esirgemeyen Bayülgen, o akşam diziyle ilgili en ufak bir fikri yokmuş gibi görünüyordu. Dizinin afişine şöyle bir baktı; "Çok hoş görünüyor, vay be" dedikten sonra döndü Nergis'e, "Anlatsana bize hikâyesini"! Sorusu bu kadardı! Belli ki, Nergis'in de sözcük dağarcığı hayli sınırlıydı, aynı sözcükleri yineleyerek üç beş cümle kurdu:
"Aslında casusluk hikâyesi. Bir devrimcinin nasıl kapitaliste dönüştüğünü anlatıyor. Arada birazcık aşkımız da var. Aksiyonumuz çok. Ama yani tam bir casusluk hikâyesi. International ajan hikâyesi de diyebiliriz buna. Dünyaya hitabeden bir proje olduğu için bu projede yer almak istedim. Çok fazla detay vermek istemiyorum. Biraz tadında olsun istiyorum."
Bayülgen, "Metamorfoz"un gerçek yaşamdan esinlenen bir propaganda dizisi olduğunu ve Osman Kavala'yı suçlu göstermenin amaçlandığını önceden bilmiyor muydu? Önceden hiçbir hazırlık yapıp öğrenmediyse bir yayıncılık faciası. Eğer dizinin niteliğini biliyor da Kavala ve dizi hakkında doğru düzgün soru sormadıysa yine facia.
Programda, geçerken uğramış da bir cafede dostlar arası sohbete katılmış; rastgele, pusulasız sorularla zaman öldüren biri rolünü başarıyla oynayan Okan Bayülgen, Osman Kavala'ya yapılan haksızlığa katkıda bulunmaktan dolayı bir rahatsızlık hissetmiş midir? Sanmam.
Gazeteciden kulüp yöneticisi olmamalı
Uğur Dündar, bir yılı aşkın bir süredir Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu Başkanı. Ali Koç yönetimine yönelik tepkilerden o da payını aldı.
Genel Kurul'da "Siyaset yapmayın", "Divan başkanı olduğunuzdan beri siyaset konuştuğunuzun yarısı kadar keşke Fenerbahçe için medyada konuşsaydınız" eleştirileriyle karşılaştı. Bu eleştiriler ve yuhalamalar üzerine önce istifa etti, sonra da geri aldı istifasını.
Fenerbahçe'deki gerginlikte taraf olmak, bunca yıllık TV habercisi ve yazarı olarak Uğur Dündar'ı da tartışmanın içine çekti; ister istemez yıprattı. Uğur Dündar gibi bir gazeteci, yazdıkları ve programları dışında bir çerçevede konuşulmasına olanak tanımamalıydı.
Zaten bir gazetecinin milyonlarca dolar paranın döndüğü, siyaset ve ticaretin iç içe geçtiği ilişkiler yaşanan profesyonel spor kulübü yönetiminde görev alması yanlış. Türkiye Gazeteciler Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nde gazetecilerin "Siyasi parti ve profesyonel spor kulüplerinde aktif görevde bulunmamalı" ilkesi yer alıyor. Doğrusu da bu…
Gazeteye suşi servisi
Hürriyet'in Kelebek ekinde yazan Onur Baştürk, bu kez de "Dünya Suşi Günü"nü örtülü reklama vesile yapmış. Suşinin Türkiye'de son on yılda popüler hale geldiğini vurguladıktan sonra meselenin bam teline geliyor:
"Dünya Suşi Günü öncesinde D..'in … ekibi de sürpriz yapıp tüm gazeteye suşi servisi yaptığında oradaydım. Suşi sevenler için pratik bir paket yapmışlar. K… özellikle favorim oldu."
Bu satırların yanına hem basılı gazetede hem de internette o paket ürünün fotoğrafı konulmuş, hani yanılıp başka ürün almayın diye herhalde…
Baştürk'ün bir markanın paket ürününün tanıtımını yaptığı bu satırlardan bir şey daha öğreniyoruz; adını verdiği bu marka tüm gazeteye suşi servisi yapmış! Baştürk'ün yazısı gazeteye suşi servisi yapılmasının ardından gelmiş.
Ayrıca ne hikmetse o yazının yayımlandığı 18 Haziran günü, Kelebek ekinin üçüncü sayfasında da aynı paket ürününün reklamı yer alıyordu! Anlaşılan, Hürriyet'in reklam servisi ile yazarı ortaklaşa bir reklam operasyonuna girişmişti. Gazetecilik hak getire!
Onur Baştürk, suşi yazısının üzerindeki bölümde de bir tür seyahat endüstrisi etkinliği olan L.E. Miami'de -kim bilir hangi şirketin davetiyle- geçirdiği günleri "Doğrusu, 4 günlük L.E Miami boyunca bu müthiş enerjiden başım dönüyor" diyerek aktarıyordu.
Gazetecilik yerine şirket reklamlarıyla iştigal edince "Miami senin Alaçatı benim" usulü dolaşmak mümkün hale geliyor.
Mesleki dayanışma eksiği
Öyle bir gazete düşünün ki, Türkiye'de bir gazetecinin öldüresiye dövülmesinde haber değeri görmüyor ama Kosova'da gazetecilere taş atılmasını haber yapıyor!
Yeni Şafak işte böyle bir gazete. Bitlis Gazeteciler Cemiyeti Başkanı gazeteci Sinan Aygül'ün, Tatvan'ın AKP'li Belediye Başkanı M. Emin Geylani'nin iki koruması tarafından dövülerek hastanelik edilmesini tek satır yazmadı. Onunla da yetinmedi, iki gün sonra haber sitesinde Geylani'nin "Aygül beni tehdit etti" suçlamasını haberleştirdi.
İktidar gazeteleri Akşam, Sabah, Türkiye ve Yeni Akit'te de gazeteciye saldırıyla ilgili hiç haber yapılmadı; Milliyet'te iç sayfada küçük bir haber çıktı. O gazetelerden sadece Hürriyet ikinci gün küçük de olsa birinci sayfaya koydu saldırı haberini.
Ama muhalif medyadan Cumhuriyet ve Sözcü de iç sayfalarda kibrit kutusu büyüklüğünde haber değeri gördü bir gazetecinin haberleri nedeniyle saldırıya uğramasında.
Zaten olayın kapatılmasını önleyen, gazeteci Ruşen Takva'nın saldırının kamera görüntülerine ulaşıp sosyal medya hesabından yayımlamasıydı. O görüntüler olmasa Bitlis Valiliği'nin açıklamasındaki "sokak kavgası ihbarı" senaryosu uygulamaya konabilirdi. Kamera görüntüleri, başkanın korumaları Yücel Baysali ve Engin Kaplan'ın, kentin orta yerinde öğle saatlerinde nasıl pervasızca Sinan Aygül'e saldırdıklarını inkâr edilemez biçimde ortaya koydu.
İyi ki de sosyal medya ve dijital medya varmış; kamera görüntüleri önce o mecralarda yayıldı. Ardından muhalif haber siteleri ve TV kanalları ilk andan itibaren geniş yer ayırdı. BirGün, Evrensel, Karar gibi gazeteler saldırıyı ilk sayfadan yayımlayıp üzerine gitti; gazetecilik meslek örgütleri de açıklamalarla destekledi. Tepkinin büyümesinin ardından iki saldırgan gözaltına alındı; sonra da tutuklandı.
Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu ve Doğu Anadolu Gazeteciler Federasyonu gibi bu süreçte sessiz kalan meslek örgütlerine ve görmezden gelen iktidar medyasına kalsaydı, saldırganlar korunurdu. Mesleki dayanışma duygusunu da yitiren, iktidar cenahından gelince şiddete bile göz yumabilen bir "gazetecilik" ile karşı karşıyayız.
Medyamız milyarder sever
Yunanistan kıyılarında batan teknede kaybolan 500 kadar göçmene, Titanik batığını görmek için küçük bir denizaltı ile okyanusa dalan 5 milyarder kadar değer verilmedi. Macerasever beş milyarderin akıbetine odaklandı dünya kamuoyu.
BirGün'deki "2 dram 2 fark" ve Karar'daki "Dünya 5 insana baktı 500 insanı unuttu" haberleri de uluslararası düzeydeki ikiyüzlü tavra dikkat çekiyordu. Ben de bizim medyanın bu iki olaya ilişkin tutumunu merak ettim.
TV'lerdeki haberleri inceleme olanağı bulamadığım için gazetelere baktım; 16 Haziran'dan bu yana batan göçmen teknesi ve milyarderlerin denizaltısı ile ilgili olarak birinci sayfaya çıkarılan haberleri saydım. Aydınlık, Yeni Akit, Cumhuriyet ve Sözcü, bu süre içerisinde bu iki olay hakkında ilk sayfadan hiç haber yayımlamamıştı.
BirGün, Evrensel ve Yeni Şafak milyarderlerden çok göçmenlere odaklanmış; Akşam ve Karar ikisini dengelemişti. Bu sürede ilk sayfadan göçmenlerle ilgili BirGün ve Evrensel'de 4'er, Akşam, Karar, İkinci Yüzyıl ve Yeni Şafak'ta 3'er, Türkiye ve Sabah'ta 1'er haber yayımlanmıştı.
Milyarderlere en çok ilgi gösteren ise Hürriyet. Milyarderlerle ilgili Hürriyet ve Akşam'da 4'er, Karar ve Türkiye'de 3'er, Sabah ve İkinci Yüzyıl'da 2'şer, Gazete Pencere, Posta, Yeni Şafak ve Türkiye'de 1'er haber ilk sayfadan kullanılmıştı. BirGün ve Evrensel milyarderler, Gazete Pencere, Hürriyet ve Posta da göçmenlerle ilgili ilk sayfadan hiç haber yayımlamamıştı.
İlk sayfalarla sınırlı bu araştırma bile bizim medyamızın da önemli bir bölümünün milyarder aşkının depreştiğini gösteriyor. Hemen yanıbaşımızdaki olayda yaşamını yitiren yüzlerce insanın yaşamına saygı gösterilmemesi gazetecilik anlayışlarının yansıması.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com